kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2022 Salı

ALTINCI KOĞUŞ ANTON ÇEHOV


Çehov kitapları serisine devam... Okuduğum üçüncü kitap; Altıncı Koğuş. Koğuş kelimesi bana Peyami Safa kitaplarındaki hastane sayfalarını hatırlatıyor. Koğuş,  eskiden hastanenin büyük bir odasında yatan hastaların bulunduğu alana denirmiş. Altıncı koğuş, akıl hastalarının bulunduğu yere verilen ad. Bu kitap 96 sayfadan oluşan kısa bir kitap. Kısa ama oldukça etkili...
              
Kitap tanıtım rehberinden;

"Hastanenin tek doktoru Andrey Yefimiç ile soylu bir aileden gelen Ivan Dmitriç Gromov arasında geçen diyaloglar, yazarın derin felsefi çözümlemeleri ve olağanüstü ve duyarsızlığı hakkında okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eder. "
     
 Bazı kitaplar tek bir kez dahi okusanız zihninizde derin izler bırakır. İkinci kez elinize almak için biraz zaman geçmesi gerekir. Altıncı koğuş, böyle bir kitap. Okumanızı tavsiye ederim. Okurken sıkılmadım ancak paragraf aralarında okuyucuyu yakalayan öyle cümleler var ki insanlığın yozlaşmışlığı ve toplumsal duyarsızlığı korku veriyor. Dönem Rusya'sının yaşadığı ekonomik sorunları ve yozlaşmış olan kurumların bir taşra hastane penceresinden aktarılması, bizlere acımasızlıkla ilgili de bir çerçeve çiziyor. Hastane personeli Nikita'ya çok kızdığımı belirtmeliyim. Ruhsuz bir duygusuzluk acımasızlıkla birleştiğinde insanlık nerede kalır? Baş kahramanımız olan doktor; Rusya'nın bir taşra kasabasında toplumun vurdumduymazlığından ve sıradanlığından yakınmaktadır. Düşüncelerini Altıncı koğuştaki İvan Dmitriç ile paylaştığında ;"Gidin bu öğretileri sıcacık, turunç kokan Yunanistan’da yayın. Söyledikleriniz bu iklime göre değil. Diyojen’ in sıcak bir odaya ihtiyacı yoktu. Bütün bunlar olmadan da orada hava sıcak zaten. Eğer Rusya’da yaşamak zorunda kalsaydı bırakın aralık ayını, mayısta bile bir oda isterdi kendine. Muhtemelen soğuktan iki büklüm kalırdı." Demiştir. 
       Bu sohbetler bir süre sonra ise doktoru başka sorgulamalara sürükler. Sonunda ise onu çevreleyen insanlar fazla düşünmek zarardır dercesine Altıncı koğuşta kapıları onun yüzüne  kaparlar. 

           

2 Şubat 2022 Çarşamba

VANYA DAYI ANTON ÇEHOV


        Güzel bir gün sizler için 
nasıl başlar? Benim için güzel bir rüya ile... Rüyalarımı unutmamak için Ted Mosby gibi
 rüya defterim olmasa da gün içerisinde unutmayayım çalışıyorum :) Gerçi şu sıra 
güzel rüya görmek de bir rüya oldu sanki. 
Çehov kitapları listemde bugün Vanya Dayı vardı. Bir klasik olan Vanya Dayı bir tiyatro eseri gibi düşünebilirsiniz.
 Perde bölüm bölüm kapanıyor. Karakterler az sayıda aslında bir aile fertleri. 79 sayfadan oluşan bu eseri sevdiğimi söylemeliyim,
 okurken sıkılmadım. Diyaloglar şeklinde 
olduğu için ilk sayfalarda konsantre
 olmakta zorlansam da kesinlikle son sayfada üzüldüm. İkinci eşi ile şehirden köye 
gelen profesör onun güzel eşi yine evlilik sorgulanması bunu söylemeyi sevmiyorum
 ama yazarın evlilik ile ilgili karamsar düşünceleri oldukça fazla! Yozlaşmış 
ilişkiler, dürüst ve çalışkan insan olmanın bedeli köhne bir dünyada yaşamak olduğunun bir itirafını yapan karakterin arasında profesörün kızı Sonya.
 Vanya Dayının umutsuzluğu, profesörün bencilliği ve nankörlüğü, onun ikinci eşinin hayranlık duygusu ile yaptığı evlilikteki mutsuzluğu, profesörün kızı Sonya'nın dirayeti ile karakterlerin iç dünyalarına giriş yapıyorsunuz. 

"Rahmetli babam bu mülkü 
kız kardeşime çeyiz olarak aldı.Görüyorum ki naif davranmışım, kanunların Türkler'inki gibi olmadığını farz etmiş ve mümkün kardeşimden Sonbahar geçeceğini düşünmüştüm."
(Çehov'un okuduğum 2.kitabı ve 
Türkler'e tek bir satır dahi olsa yer verilmesi ilginç ama önyargısı hissediliyor
 ne yazık ki... )

"Vanya Dayı, biz yaşayacağız. Uzun uzun 
günler ve geceler boyunca yaşayacağız. Bu imtihan dünyasında sabredeceğiz, dayanacağız. Hem şimdi hem de yaşlılıkta başkaları için çalışacağız ve saatimiz geldiğinde huzur içinde öleceğiz. "(Sonya'nın bu cümleleri beni hüzünlendirdi ve aslında düşündürdü.)

"Geçmiş yok, aptal bir şekilde önemsiz şeylere harcanmış gitmiş ve şimdiki zaman ise korkunç bir şekilde kendi saçmalıklarında boğuluyor. "

Bu karamsarlık, aile temelini oluşturan değerlerin sürekli olarak sorgulanması ve bunu detaylı cümlelerle değil de fazlasıyla hissettirmesi, anlık pişmanlıkların ömür boyu hata yaptırması gibi bu kitabın kısa bir özeti. Şimdilik yorumlarım bu kadar beklerim yorumlarınızı...

3 Ağustos 2021 Salı

JACK LONDON BİR KUZEY MACERASI



"Dünyayı unutup mutlu mutlu yaşayalım..." Kitaptan bir alıntı ile başlamak istedim oldukça kısa bir solukta okunabilecek değerli bir kitap. Listemde olmasına rağmen fırsat bulup da okuyamamıştım , hata etmişim. 50 sayfanın geride bur başka 50 sayfası vardı sanki. Hikayenin derinliği ilk on sayfanın ardında gösteriyor gücünü.. Akatan adında bir yer ve bir kabile reisi olan Naass, babadan oğula miras kalan kan davasını sonlandırmak ister. Nesilden nesile aktarılan bu kan davası öyle bir hal almıştır ki bu ölümlerin neden olduğu ve ne sebeple devam ettiği çoktan unutulmuştur. Naass artık bu kan davasının son bulması için kabile reisi olarak evlilik çözümünü bulur. Düğün günü ise bir felaketle sonuçlanır ve Naass'ın yolculuğu aslında arayışı başlar. Kitaptan bir diğer alıntı;
"Aklımızın alamayacağı bazı şeyler vardır. Adalet duygumuzu aşan şeyler..."
Şimdilik yorumlarım bu kadar beklerim yorumlarınızı...

14 Mayıs 2020 Perşembe

GÜNEŞ ÜLKESİ KİTABI


                                     
        Listenizdeki kitapları okuyor musunuz? Ben şu sıra liste dışı kitapları alışveriş sepetimde bulup ve onlar gelince çok seviniyorum. Kitap kargolarını gerçekten çok seviyor ve heyecanla bekliyorum. Biraz liste dışına çıkmak sorun olmaz değil mi :D
     
     Afrika sıcakları geldi diyorlar ki bugün balkona çiçeklerimize bakmak için çıktığımda saniyesinde hemen içeri geçmek istedim. 41 dereceyi Mayıs ayında görmek biraz üzücü olsa da en azından aşırı nem olmamasıyla gece uykusu alınabiliyor. Uyumadan önce ise telefondan uzaklaşıp kitap okumak kafamı toparlamamı sağlıyor.
    Tommaso Campanella/ Güneş Ülkesi kitabını elime aldığımda bırakmak istemedim. Bunun en önemli sebebi ilk otuz sayfasında kitabı hiç beğenmemem sonrasında ise diyalogların derinleşmesi ile biraz daha oku bakalım Aslı bir kaç sayfa ve en son sayfaya geldiğimde ise bitti ne ilginç kitapmış yorumlarıyla elimden bıraktım. Tommaso Campanella yaşadığı orta çağ dünyasında bir ütopya dünyasının hayalini yansıtmıştır. Kitabını düşünceleri yüzünden 27 yılını geçirdiği hapishanede yazmıştır. 17. yüzyıl Avrupası'nda düşünceleri yüzünden oldukça zor bir hayat geçiren Campanella bu eserinde dönemin sıkıntılarını ve toplumları etkileyen olaylar hakkında fikir de veriyor aslında. 

Yazarın felsefeden, ekonomiye, astrolojiden teolojiye kadar geniş kapsamlı görüşler içeren Güneş ülkesi eseri ikili diyaloglar şeklinde.  Güneş ülkesine giden ve o ülkeyi merak eden ikili arasındaki konuşmalar devam edecek zannederken bir anda yetişmesi gereken bir zaman diliminin olduğunu söyleyerek sohbet kesilmiştir. Bu konuşmalardan anladığımız kadarıyla Güneş Ülkesinde kölelik yoktur, üretimden tüketime, kadınlardan çocuklara ve askerlere her birey eşittir. Ülke malları ortaktır. Şahıs mülkiyeti yoktur. Herkes mutlu ve bilgilidir. Ülkedeki görev bölümü; Metafizik, Güç,Sevgi, Bilge olarak ayrılmaktadır. Metafizikçi bütün bilimlere hükmeder ve yönetir. Bilgeliğin emrinde ise doğa bilimci, mantıkçı, ahlak bilimci, astrolog, gök bilimci sevgide ise; doğumla çiftçi, çoban, eğitimci güç unsuru ise; savaş uzmanları ve teknikleriyle ilgilidir. Ülkedeki insanlar bütün yapacakları şeyleri meslek ve çoğalmalarını yıldızlara ve gezegenlere göre ayarlamaktadırlar.

   Eser çağın sorunlarına karşı ütopya bir ülke sunarak aslında çözüm sunmak istemektedir. Ütopik bir devlet yönetim şeklinde mutlu olan insanlar vurgulanmıştır. Bu yönetimde herşey devletin elinde ve aile denilen kavram yok. Yönetimin başındaki aydın din adamı olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Yer yer tüm dinlere vurgulamalar yapılmakta  dört kutsal kitaptan alıntılara yer verilmektedir. Ancak ne yazık ki Hz.Muhammed(s.a.) 'e bir düşmanlık da söz konusudur. Ülkede çocuklara çok küçük yaştan itibaren birçok dil öğretilmesi dışında kitapta katıldığım düşünceler yok. Bana göre oldukça garip ve zıt bir kitap. Çocukların yetiştirilmesini ailelere değil de daha aydın ve akıllı kişiler tarafından yetiştirilip mutlu olunduğunun düşünülmesi; zekanın hemen belli olup ona göre yönlendirilme yapılması ki bence burada çok büyük bir soru işareti bulunmakta... Evlerin bile geniş avluya bakan odalar ve koridorlar şeklinde olduğu; akşam yemeğinde zorunlu dinletiler gerçekleştirilip yemeklerin belirli bir sıraya göre verilmesi; cezalandırılmaların aydınlarda farklı olması kast sisteminin yumuşatılmış şekilde aktarılması gibi geldi bana. Not aldığım birkaç yer ise;
"Yoksulluk insanları alçaltır,hileye, hırsızlığa, yalancılığa, serseriliğe götürür; onlarda yurt sevgisini azaltır. Zenginlikse,gururlu, cahil, küstah, hain, palavracı, bencil ve iftiracı yapar"

"Güneş kentlilerce yalan uğursuzluk getirir. Çünkü yalan, çoğu zaman, erdemli insanın gölgede kalmasına, ahlaksız ve berbat insanların gerek korku, gerek yaranma, gerek açgözlülük yüzünden, övülüp yüceltilmesine yol açar. "

Benim için önemli unsurları olan bir kitap olsa da bir puan verecek olsam 5 yıldız üzerinden 3 yıldız verirdim :) Şimdilik yorumlamalarım bu kadar... Beklerim yorumlarınızı...









13 Nisan 2020 Pazartesi

Virginia Woolf/ KENDİNE AİT BİR ODA


İki günlük sokağa çıkma yasağı sonrası bir yaz esintili gün olan pazartesi... Son zamanlarda her gün birbirinin aynısı gelse de doğa değişimini bizlere hatırlatıyor. Adana için en güzel aylardan birisi; yaz oldukça boğucu bir sıcak olduğu için gerçekten Nisan ayını çok seviyoruz. Sağlıkla kalmak en büyük duamız. Umarım hayatın normale dönmesi uzun sürmez. Sevgili mordüslerkitaplığı bir etkinliğe davet etmişti. Ama ben mart ayında iki kitap okuyabildim. O yüzden kısa özet yerine iki yazımı da bu kitapların yorumlamalarına ayıracağım. 

Virginia Woolf/ Kendine Ait Bir Oda uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Beklentimin biraz altında kalsa da etkileyici
paragraflar barındırmakta...Notlarım, 

"...Hayatın ticaretine girmeniz konusunda sizi daha nasıl teşvik edebilirim? Genç bayanlar, derdim, lütfen katılın, çünkü konuşmanın sonu başlıyor, bence siz utanç duyulacak kadar cahilsiniz. Asla önemli denecek bir keşif yapmadınız. Asla bir imparatorluğu sarsmadınız ya da bir orduyu savaşa götürmediniz. Shekaspeare'in oyunlarını yazmadınız ve asla barbar bir ırka medeniyetin nimetlerini tanıtmadınız..."             
     İlk sayfalarda kendinizi kaybetmiyorsunuz ya da haklı yazar hiç bu şekilde düşünmemiştim demiyorsunuz. Ancak paragraf aralarındaki cümleler son sayfalara doğru biraz daha devam edilseydi düşüncesindeydim. 
    "Kadın eğer yazacaksa ortak oturma odasında yazmak zorundaydı."
Bu alıntıya katılmamak elde değil. Ama zamanla bu durumun değiştiğini de düşünüyorum. Evler büyüdükçe kişiye ait odalar artıyor. Ben dört kardeşin en küçüğü olarak çocukken evimiz biraz küçüktü ve ödevlerimi oturma odasında yapar; oturma odasında uyurdum. Şimdi kendime ait odayı yazı yazmak için kullanıyorum ya da bu ara öğrencilerime Scratch programı üzerinde uygulamalar yapıp gönderiyorum EBA'da...
"Mesela zengin insanlar sık sık kızgındır çünkü fakirlerin, servetlerini kapmak istediğinden şüphelenirler"(Bu alıntı ise ayrı bir tez konusu)

"Gerçekliğin beyaz ışığında değil, duygunun kırmızı ışığında yazılmışlardı."(Duyguların renklerle bu kadar güzel yansıtılıp kelimelere aktarılması gerçekten harika...)

Kadınların kendilerine ait 500 pound'a sahip olduklarında birer sanatçı çıkacağını ve özellikle Shekaspeare'in  kız kardeşi olsa tezi ile yola çıkılan düşünceler yumağında yazar; Elizabeth dönemindeki kadınların durumuna da bir ışık tutuyor. O dönemde 500 pound veyahut bir miras kalması ile kadınların sahip oldukları sıkıntıları bir kenara atıp ruhlarındaki o yazma duygusunu çıkaracaklarını dönemlerine damga vuracakları kanaatinde olan yazar; düşüncelerini bir tezi savunur gibi ifade etmekte. Örneklerle ile çevresindeki insanlarla, profesörlerin hareketleri ile yalnızca öğrencilere açık olan bir bahçeye giren bir yabancı olmayı bırakarak düşünceler dehlizinde adeta kaybolurken açıklamakta... Virginia Woolf'un hayatını kitaplarından önce okuduğum için onun yaşamı ile yazdıklarını ister istemez bağdaştırdım.
Kadınların cam bir fanusta korunaklı şekilde yetiştirilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bir gün gelip de o fanus kırıldığında çok yıkılan gördüm. Çok güçlüyüz hayatın her alanında var olurken sıkıcılığı yıkıp geçiyoruz.
 Kitap dönemi ve bu dönem arasında sayılar fazla olsa da hala almamız gereken çok yol var ne yazık ki... Ne yazık ki diyorum başarılarımızı ispatlamak zorunda kalıyoruz. Bir şekilde baskın olan başarılar erkeklere aitmiş gibi kalıyor. Umarım daha eşit şartlarda mücadele edebileceğimiz ve hayatın her alanında zaten vardık ama şimdi hakimiz diyebileceğimiz bir dünya olması dileğiyle...
Beklerim yorumlarınızı...

25 Aralık 2019 Çarşamba

SİNEKLERİN TANRISI/WILLIAM GOLDING

                                    
     2019 son kitap yorumlaması. Aslında aralık ayı içerisinde okuduğum son kitap. Beni büyük bir liste bekliyor 2020 için.  Merak ettiğim, sevdiğim yazarlara ait ve ilgi alanım dahilinde olan kitaplar. Sineklerin Tanrısı kitabını filmini izleyen bir arkadaşım tavsiye etmişti. Kitabını da sen okumalısın diyerek. 

   Kitap hakkındaki notlarım; itiraf etmeliyim ki okurken sıkıldığım nadir kitaplardan. İlk 100 sayfa bana geçmek bilmedi. Normalde elime aldığım bir kitabı bitirmeden bırakmam; bu kitapta ise birkaç günlük mesafeler verdim kendime okurken... Sineklerin Tanrısı; belirgin olarak bahsedilen dört çocuğun birbiri ile tanışması ile başlar. Roman ilerledikçe anlarız ki dört çocuk ve diğer küçük çocuklar (yaşları 6-12 yaş arasında değişen) savaşın etkilerinden uzaklaştırılmak için bir uçağa bindirilmiş ve o uçak bir adaya düşmüştür. Çocuklar kurtulmuş, pilot ölmüştür. 
       Roman da adını öğrenemediğimiz Domuzcuk; Ralph, Jack, Simon... Domuzcuk ileri derecede miyoptur ve şişmandır. Okulda ona taktıkları Domuzcuk lakabı ile ona seslenilmesinden hoşlanmadığını belirtse de ne yazık ki roman süresince adından bahsedilmez sorulmaz bile. Oldukça zekidir. Ralph on iki yaşlarında, zeki ve güzel bir çocuktur. Babası deniz kuvvetlerinde binbaşı olduğundan gelip onları kurtaracağını düşünür ve bu umudundan vazgeçmez. Uçağın düştüğü bu ıssız adada büyüklerin baskısı olmadan onlar gelip kurtarıncaya kadar özgürce vakit geçireceklerini düşündüğünden oldukça mutludur. Bu mutluluğun gerçeklik tarafında,  her şeyin farkında olan Domuzcuk ise bir an evvel adada hayatta kalabilmek için belirli kurallar ve temel ihtiyaçlar için örgütlenmeleri gerektiğinin farkındadır. Büyükler, akıbetlerini bilmediği için ne zaman gelecekler belki de hiç gelmeyeceklerdi. Adada dağınık halde bulunan çocuklar birleştirilmeli, toplantı yapılmalı kurtuluş için kararlar alınmalıdır. Domuzcuk bir deniz kabuğu ile toplantıya çağırma önerisini Ralph'e verir. Deniz kabuğundan çıkan ses ile çocuklar toplanır ve deniz kabuğu kimde ise konuşma hakkı ona verilecektir. Demokratik bir şekilde Ralph şef seçilir ve bu duruma karşı çıkan tek kişi şef olmak isteyen Jack'tir. Deniz kabuğu özgürlüğün ve kendini ifade edebilmenin simgesidir. Jack ve Ralph birbirinin zıddı karakterdedir. Ralph ne kadar sevgi, eşitlik ve anlaşmaya inanan bir çocuk ise Jack zorba kendinden başka kimseyi önemsemeyen kötüdür. Adadaki zorlu şartlar arttıkça da zorbalığını artıracak ve kendince vahşi durumlar oluşturacaktır. Zaman geçtikçe adada alınan kararlar uygulanmayınca bir kargaşa olacaktır. Bu kargaşadan yararlanan ise Jack'tir. Jack avcı olmayı kafasında koymuştur ondaki öldürme bir takıntıya dönüştükçe ortaya çok da vahim durumlar çıkacaktır. Yaşanan trajik durumlar sonunda gerçek kurtuluş çocukları bulsa da ne kadar insan kaldıkları ya da ne kadar insanlıklarından kaybetmedikleri derin bir sorudur... Notlarım;
"Korkularımız insanlığımızı esir alıp vahşileştirebilir mi?" bu soru kitap boyunca aklımda dönüp durdu. Derin anlamları olan ve çok farklı yorumlar çıkartılabilecek bir kitap.... Bu kitapta benim için Domuzcuk karakteri evet ana karakterlerden olsa da Simon karakteri en derin ve aslında en cesur karakterdi.
 
Kitaptan bir alıntı: "En büyük düşünceler, en basit olanlarıdır."

Şimdilik yorumlarım bu kadar... Beklerim yorumlarınızı...

28 Ağustos 2019 Çarşamba

FRANZ KAFKA/ŞATO

FRANZ KAFKA
                           
Tanıtım yazısından;
Kadastro memuru K., atandığı köye görevini yapmak için gelir. Köydeki şatoya gidip bir yetkiliyle görüşmek ve görevi hakkında bilgi almak ister. Köye, varlığı belli olmayan ama halk üzerinde etkili, hiyerarşik bir sistem söz konusudur. Şatoya ulaşmak için gösterdiği çaba, her seferinde köylüler ve yetkililer tarafından engellenir; 
gizemli otoriteyle süren mücadelesi onu zamanla tüketen bir göreve sürükler.

Şato, 20. yüzyılın en önemli felsefi romanlarından biridir. 1924'te Franz Kafka'nın ölmesiyle yarım kalan eser, yakın arkadaşı ve edebi vasisi Max Brod tarafından düzenlenip yayıma hazırlanmıştır. Yazar, K.'yı yaşadıklarına rağmen mücadeleye itenin nihai şeyler hakkında açıklık kazanma güdüsü olduğunu öne sürmüştür.

       Benim için bitirmesi oldukça zor bir kitaptı. Okumanızı tavsiye kesinlikle edemem ancak yazar çok değerli bir yazar. Öyle ki araya belki bayram girdiği için ya da benim aşırı okurken sıkılmamdan kaynaklı bitsin diye dua ettim ki sonunu dört gözle bekledim. Ama sonu da kitabın her aşaması gibi sıkıntılı geldi. Kafka'nın ölümünden sonra düzenlenerek yayınlanan bu kitabın notlarının aslında Kafka tarafından yakılmasının istendiğini hatırlıyorum.
 Ama yayınlanmış. Kafka özel bir yazar. Milena'ya Mektuplar, Dönüşüm ve son olarak Şato yazarın okuduğum kitapları. Dönüşüm kitabının yeri bende ayrı olsa da Milena'ya Mektuplarda hesaplaşmalı bir okuma gerçekleştirmiştim. 

Alıntıları not alırken karakterlere de kızarak elime aldığımda devam etmeliyim diyerek kitabı bitirmiştim. Şato kitabının vermek istediği ince ayrıntılar aslında derin düşünceler var. Tek tek içerisinde yer alan karakterlerden ayrı bir roman oluşturulabilir. 
Şato romanı ana karakterini çözümlemek isterken vay be dediğiniz paragraflarda aşırı bir beklenti içerisinde olurken aslında beklenen o etki gelmiyor. Düzen içerisindeki düzensizlik ve insanları bu düzensizlikte kendi düzenlerini kurup yönlendirmeleri, korkuları ve merhametlerini yok saymaları ve herşeye yabancı bir adam. 
Bu yabancının adaptasyonunu okurken not aldığım bazı alıntılar; 

Alıntılar;

"Hareketleri biraz ağırlaşmıştı, bunun nedeni yorgunluk değil, anıların yarattığı yüktü."

"Karşı durulmaz bir istek, onu yeni tanışlar aramaya sürüklüyor, ama her yeni tanışma da yorgunluğunu artırıyordu."

"Korkunç derecede cahilsiniz. Sizin bu cehaletiniz öyle bir çırpıda giderilebilecek gibi de değil, hatta belki hiç giderilmeyecek."


"Engeller büyüktür ve ulaşılmak istenen amaçlar büyüdükçe daha da büyür bunlar." 

Şimdilik yorumlarım bu kadar beklerim yorumlarınızı...

Instagram: @camdanduslerblog


8 Ağustos 2019 Perşembe

SATRANÇ/STEFAN ZWEIG


Okuma listemde yer alan Zweig kitapları oldukça etkileyici ve anlamlı. Satranç kitabı; 

Tanıtım yazısından...

Satranç; hastalığa varan bir tutkunun kitabı....
"Gestapo tarafından bir odaya kapatılan ve burada uzunca bir süre kalan Dr.B'nin hayatı bir gün, rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabıyla değişir. Kitap sayesinde satranca dair bütün incelikleri öğrenen Dr.B 'nin bu uğraşı büyük bir tutkuya dönüşür. Satranç oyuna olan tutkusu yüzünden zamanla beyim hummasına yakalanan Dr.B'nin hem hikayesini hem de vedasını konu edinir. "

Zweig kitapları hakkında notlarım; akılda kalıcılıkta kendisine önemli bir yer edinmekte. Yazım dilinden belki ya da altını çizdiğim çok fazla paragrafların olması ile yazarın hayatını düşünmeden edemiyorum okurken... Kitap hakkındaki notlarım; bir solukta okunacak ve boşlukları sizin doldurmak isteyeceğiniz bir kitap... Zorunlulukta oluşan bir tutkunun hastalığa dönüşmesine tanık olurken bir gemi yolculuğunda aslında her şeyi bulacaksınız. Hırs, yenildikçe yeni yeniden başarmak isteği, bir hayatı gözlemleme ve yabancının aslında kocaman bir hikayesi... Çok daha uzun olmasını dilerdim. 

Alıntılar;
"İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür... Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız... Yalnız..."

"Her hamlesini çoktan ezberlediğim oyunları tekrar tekrar oynamanın ne anlamı vardı ki?"

Dizleri titremeye başladı: Bir Kitap!Dört aydır elime kitap almamıştım ve içinde insanın ard arda
sıralanmış sözcükler, satırlar, sayfalar ve yapraklar görebileceği, başka, yeni şaşırtıcı düşünceleri okuyabileceği, beynini alabileceği bir kitabın hayali bile insanı coşturuyor hem de uyuşturuyordu...

Beklerim yorumlarınızı...

30 Eylül 2018 Pazar

PAZAR SAKİNLİĞİ


Pazar sakinliği... 30 dereceden bir türlü inmeyen sıcaklık yerini oldukça bulutlu yalancı yağmura bıraktı. Yağmur hani yağsa bence hava daha çok rahatlar durumu. Sonbahar bugün yarın kendini gösterecek diye beklerken ara ara uğruyor sanki. 

Mevsimler düzenindeki yerini hatırlatmak istercesine notlarım beni çağırıyor. Bu ara Instagram da daha aktifim sanırım yazmak daima öncelikli olsa da kafamı toparlayamıyorum. Ne yapalım şimdilik böyle olsun. 
Cumartesi güzelliği ise kapıyı çalan posta idi 😊 her yıl İnönü üniversitesi öğretmenin öyküsü yarışması düzenlemekte . Şimdiye kadar derece alamasam da hikayelerim yayınlanan kitapta yerini aldı. 


Küçük mutluluklar zamanın en güzel durakları sanırım. Elime çok geç ulaşsa da çok sevindim. Kitap sürprizleri bana daima şunu hatırlatıyor; anımsamak ve anımsamak için yazmak bir rüya ise kaleme döküldükten sonrasının gerçekliğini izleyin. 
O zaman gerçek olduğuna inanacaksınız...

                       Mutlu pazarlar....

29 Ağustos 2018 Çarşamba

ARABA SEVDASI

  
       Klasik kelimesi özel bir kelimedir benim için. Klasik; eskiden yeniye aslında zamana karşı durabilmiş, kendini okutmaktan daha fazlasını veren kitaplardır. Zamanın derinliklerinde kaybolurken küçük duraklarda gizlenmiş anlamlı sözler ve hayat dersleri bulunur bu kitaplarda...

         Araba Sevdası özetini bildiğim hani bir soru çıksa karakterlerin içsel analizini yapabileceğim bir kitap. Geçen ay okumuştum. Notlarım yorumlamasını yapma fırsatı bulamadım bir türlü. Bu hafta yarım kalmış yazılarımı tamamlayarak eylül ayına yepyeni bir sayfa ile başlamak istiyorum. Araba Sevdası; Recaize Mahmut Ekrem tarafından güzel bir eleştiri şeklinde yazılmış. Daha doğrusu karakterlerin ruhuna öyle bir işlenmiş ki yazılar okurken yahu hiç mi akıl yok diyoruz; Bihruz Bey'e... Kitap hakkında notlarım sizlerle paylaşacağım...

   Bihruz Bey; oldukça şık giyinmeyi seven, annesinin yardımı ile geçinen(babasından kalan paranın yönetimi annesinde) oldukça kendini beğenmiş bir insandır. Her yıl zamanın modasına uygun mesire yerlerine gitmekte olan Bihruz Bey kendisine oldukça gösterişli bir araba almıştır. Bu araba ile gezintilere çıkmaktan hoşlanan Bihruz Bey bir gün çok güzel bir araba görür. Bu arabadan Periveş adında; tahminen yirmili yaşlarında sarışın hanım ile onun yardımcısı olduğunu düşündüğü orta yaşı geçkin iki hanım iner. Bihruz bey sarışın hanımı görür görmez aşık olur. Kitabın bir çok yerinde Periveş Hanım'dan blond diye bahseder. Bu iki hanımı gördükten sonra peşlerine düşen Bihruz Bey oldukça gülünç durumlar yaşar. Hanımların Cuma günü geleceklerini öğrenir öğrenmesine de gelecekleri saati bir türlü öğrenemez. Tam bu karşılaşmalar ve sohbetleri dinlemeler sırasında Keşfi Bey çıkar ortaya. Bir anda anlamsız bir şekilde Keşfi Bey'in haykırması ile hanımlar hızlıca kaçar ve izlerini kaybettirirler. O günden sonra aklından çıkmayan sarışın hanım Bihruz Bey'in platonik aşkı olur. Bihruz Bey sarışın hanım için mektuplar yazar, alıntı şiirler ezberler, gönderir. Özel Fransızca hocası ile aldığı dersler de yalnızca aşk hakkında konuşmak ister. Alıntı şiirlerde anlamını bilmediği bir sözcüğün sarışın yerine başka bir anlama geldiğini öğrenince ne yapacağını bilemez. Arada sırada uğradığı kaleme(kendisi bir devlet memurudur) dahi götürür bu şiiri. Fransızca öğrenme modasına kapılan memurlar o kelimenin anlamını bilemez. Bu sırada Bihruz Bey'in borçları da günden güne artmaktadır. Köşkü satmayı dahi düşünür ancak annesi izin vermez. Keşfi Bey ise bu olayların ortasında kendi hikayesi ile aslında yalancılığı ile Bihruz Bey'i perişan eder. Sarışın hanımın öldüğünü söyler. Bihruz Bey kahrolur.

     Günlerce sabah ile gecenin farkına varmaz. Mektubundaki anlayamadığı o kelime için üzüldüğünü düşündüğü sarışın hanımın hayalini büyütür de büyütür. Bir gün dışarı çıktığında vapura binmek için hızlıca hareket ederken o vapurda Periveş Hanımı görür. Heyecanlanır ve çok sevinir. Keşfi Bey ile buluşup yalan söylediğini söylemek için gittiği sırada Keşfi Bey bir başka yalanı uydurur. Gördüğü kişinin Periveş Hanım olmadığını ona benzeyen kardeşi olduğunu söyler. Bihruz Bey şüpheye düşer.
Bihruz Bey'i bir yandan bu üzüntü mahvederken bir yandan da alacaklılar sıkıştırmaktadır. Arabacısı bir kaza yapıp tamire götürdüğü sırada alacaklılar arabasına el koyarlar. Bihruz Bey durumu sonradan öğrenir. Arabacısının işine son verir. İstanbul'dan gitme isteği ile günlerini geçirdiği sırada Bihruz Bey o sarışını tekrar görür. Peşine takılır. Aslında isteği Periveş Hanım'ın mezarını öğrenmektir. Ara bir sokaktayol alırken o hanımı durdurur. Durumu anlatır. Aşık olduğu hanımın durdurduğu hanım olduğunu anlar. Periveş Hanım geçen sürede zayıflamış ve o canlılığından eser kalmamıştır. Konuşurken Periveş Hanım ilk kez gördüğü zaman bindikleri arabayı kiraladıklarını söyler. Bihruz Bey'in düşündüğü gibi zengin iyi bir ailenin nadide kızı olmayan Periveş Hanım bu durumu komik bulur alay eder. Periveş Hanım genç yaşta dul kalmış annesini ile yaşamakta; yanındaki hanımın namı biraz kötü olmasına rağmen onunla gezmektedir. Bu yalan aşktan dolayı Bihruz Bey yıkılırken sarışın hanım yoluna devam eder.

       Osmanlı devleti zamanında batılılaşma modasına uyarak kendisi gibi davranmayan karakterlere sık sık yer veren dönemin yazarları aslında eleştirel bakış açısını topluma ayna tutarak yer vermiştir. Yanlış Batılaşma, mirasyediler, çalışmayı pek sevmeyen karakterlerin gözünden hayata bakarken sinirlenmeden duramıyorsunuz. Emek vermenin güzelliğinden çok sahte hayallere kapılıp boş rüyalar görmek karakterlerin temel özelliği. Bihruz Bey böyle bir karakter çalıştığı kalem dairesine arada sırada uğrayan en büyük hobisi pahalı kıyafetler diktirip kafelerde oturmak olduğu gibi Türkçe konuşmayı alaturka bulan. Annesi ise tüm boşvermişliği ile oğlum neden böylesin sorusunu sormak yerine şaşkın sadece şaşkın. Keşfi Bey ise aman Allah'ım seri bir şekilde nasıl böyle yalan söyleyebilir bir insan diyorsunuz. Periveş Hanım; belki bir rüya ama aslında o da bir şekilde o modada yer almak istiyor. Romanda elbette ki eksikler var. Ancak teknik eksiklerine rağmen anlatmak istediği mesajı çok naif bir şekilde verdiğinden klasik olmanın hakkını da veriyor.

    Mutlaka okunması gerekenler listesine bence eklemelisiniz... Beklerim yorumlarınızı.  

29 Temmuz 2018 Pazar

ÇEKİLİŞ BİTTİ









 
 
 
 

            İyi tatiller!!! Tatil nasıl geçmekte efendim :) Belki bir deniz kıyısında belki de yeşillikler içerisindeki bir bahçede doğayla olmadığımız kadar yakınızdır. Benim tatil bu yıl düzensiz... Aslında bir yerde uzun tatil yapmaktansa başka şehirleri görmeyi dilerim. En kısa tatil diliminde birkaç şehir görmeyi dileyerekten gelelim ana konuya; şu an yaylada bulunduğum için Adana'ya gelince çekilişimi sonlandırmak istedim. Ancak dayanamadım. İki hafta önce başlatmıştım çekilişimi. Katılım biraz azdı ama bu ilk çekiliş. Umarım daha sonraki çekilişlerime katılım fazla olur. Defter ve kitap hediye etmeyi çok severim çünkü. Normalde bilgisayar üzerinden yapardım ancak sayı 12 tane şartları tamamen yapan kişi olunca kağıtlara yazdım; anneme çektirdim kağıdı :) Kazanan MECZUP YAZAR oldu... :) En kısa zamanda bana ulaşmasını rica ediyorum. Eğer e-mail ile ulaşılamazsa sayfamın instagram adresinden de dm den ulaşılabilir. Perşembeye kadar bana ulaşabilirse sevinirim. Adana'da bulunur bulunmaz yollamayı istiyorum. Herkese iyi tatiller olsun yeniden :) 
 

13 Temmuz 2018 Cuma

ÇEKİLİŞ ZAMANI

Evet 😊 umarım herkesin tatili güzel geçiyordur. Yaz sıcakları Ağustos ayında acaba nasıl olacak derken zaman o kadar hızlı akıyor ki vay be ne kadar hızlı geçmiş herşey diyorum. İki yıl olmuş blog yazılarımı yayınlayalı😊 aslında çok öncesinde çekiliş yapmak isterdim ama kısmet bu aya imis. Küçük bir çekiliş yapmak istedim . Bilmiyorum katılmak isteyenler olur mu ama isterim katılan olsun . Şeker portakalı kitabı bir klasik olarak çok sevdiğim ve değer verdiğim notlar aldığım bir kitap. Sipariş verirken  bu kitabı hediye etmek istediğime karar verdim. Ek olarak da Ankara Eskişehir arası gezinirken oralardan hatıra olsun diye aldığım ufak hediyelikler vardı . Neden buradan da hediye etmeyeyim dedim ve bir magnet resme ekledim. Tatil kitlerini çok seviyorum ufak boyuttaki ürünler, ürünün geneli hakkında bilgi vermekte . Bende seyahat boyu dis macununu seviyorum da sensodyne markasını ekledim. Ayrıca defter koleksiyonumdan bir defter ve ayraçlar . Sıkı bir Kafka okur dergisi takipcisiyim. Çekiliş ürünlerim bu kadar . Sartlarıma gelince blogumu takip etmek (gfc dahil) ve çekilişimi duyurmak ayrıca katıldığınıza dair yorum bırakmanız ...
Güzel bir gün geçirmeniz dilegiyle😊😊😊 

10 Temmuz 2018 Salı

TAAŞŞUK -I TALAT VE FITNAT

          Aşkın yükü... Tüm duygu karmaşasının ortasında aşk olup olmadığına karar verebilmek... Sorular ve cevaplar dünyasında kimi zaman cevaplarla mutlu olmak kimi zaman da sorularla yetinmek...Zordur vessalem. Kitaplar dünyasında sorular paragraf aralarında gibi dursa da cevaplar okuyucuların zihnindeki betimlemelerdedir. Benim için de klasikler özeldir. Özetini bildiğim bir kitabın kendisini okumak da nasip oldu. Bitirir bitirmez yorumlamasını yapmak istedim. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat... Acıklı bir aşk hikayesi. Edebiyatımızda aşk defalarca işlense de her bir yazarın dokunuşu ile bambaşka yollar çıkmış. Şemsettin Sami bu acıklı aşkı kaleme dökerken edebiyatımızdaki ilk yerli romanı yazmıştır. (Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat) Bu arada Şemsettin Sami iki roman çevirisini de edebiyatımıza kazandırmıştır; Sefiller ve Robinson Cruoze…
    Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat dönemin öncü eserlerinden olsa da modern olay örgüsü oturmuş romanlara kıyasla eksiklikleri olan bir roman. Geçiş bölümleri arasındaki kopukluklar biraz dikkat dağıtabiliyor. Sahne 1 akış sahne 2 ancak noktalanmamış kısımlar bizim hayal dünyamızda birleşiyor. Genel örgü ise;
Talat'ın ailesi ile; dadı ve annesinin genel konuşmaları ile başlamakta. Başı ağrıdığını söyleyen Talat'ın bu duruma üzülen annesi ve dadının bu çocuğun başka bir derdi var söylemiyle geçmekte. Hakikatte dadının hisleri doğrudur. Talat bir aşka düşmüştür. İlerleyen bölümlerde anlayacağımız... Talat'ın annesi Saliha Hanım oğlunu babasız büyütmüştür. Talat 19 yaşında kalem yani devlet dairesinde çalışmaktadır. Dadı ile Saliha Hanım konuşmalarından anlıyoruz ki Talat sakin, yaşına göre olgun ve güleç bir gençtir. Dadı evlendirelim dedikçe Saliha Hanım eşi ile olan evlilik hikayesini anlatır. Bu hikaye de güzel yer yer tebessüm ettiren bir hikaye...
       Romanın ana kahramanı Talat'ın; güleç halini aşkın ızdırabı gölgeledikçe herkes sorar ancak Talat bir şekilde geçiştirir. Aşka düşen Talat ne yapacağını bilemez haldedir çünkü. Talat'ın işe gelip giderken uğradığı dükkan Hacı Mustafa'nın üvey kızı Fıtnat aşkın diğer tarafıdır. Fıtnat; annesi Zekiye Hanım vefat edince annesinin evlendiği Hacı Mustafa Efendi eğitiminde dışarı yüzü görmeden evinde geçirmektedir ömrünü. Dükkana gelip giden Talat'ı tesadüf eseri görür o da aşık olur. Bir cumba bakışmasıdır. Talat bu aşk da çıkar yol bulmak için çarşaf giyer kendini güvenilir bir vasıta aracılığıyla Fıtnat'ın evine girer. Herkes onu Ragıbe sanmaktadır. Azmi takdire şayandı Talat'ın. :) Fıtnat üvey babası tarafından zengin bir adamla evlendirilmek istenirken iki aşık birbirlerine aşklarını dile getirirler. Üvey babası kızılan karakterlerin başında bence geliyor. Fıtnat istemese de zengin ve yaşlı bir bey olan Ali Bey ile evlendirilir. Fıtnat'ın sakladığı annesinden yadigar 18 yaşında açması istenen bir nüsha vardır bu arada. Fıtnat; Ali Bey ile asla bir arada bulunmak istemez. Sürekli olarak bayılır. Bir şekilde Fıtnat'ın muhafaza ettiği nüshayı bulur Ali Bey... O nüshada Fıtnat'ın annesinin son sözleri ve babasının kim olduğu ayrıntılı bir şekilde anlatımı vardır. Ali Bey anlar ki Fıtnat kızıdır. Koşar odaya ancak geç kalmıştır. Fıtnat canına kıymıştır. Çarşaflanıp kadın kılığına girerek Fıtnat'ın yanına gelmeye çalışan Talat da bu acı sahneye ortak olur. O gün o evden iki cenaze çıkar. Ali Bey ise aklını kaybeder. Ne yazık ki onunda sonu bellidir. Acı; aslında vermek istenen mesajla birleşince daha bir anlamlı olan hikayedir. Görücü usulü evliliklere gönderme yapan yazar yer yer toplumdaki aksaklıkları da anlatır.
Okunması gerekilen kitaplar arasında yer edinen kitaplardan...
"Bir insan için sevdiği adam tarafından sevilmek, kendisini seven adamı sevmek... Ne büyük şey!!!"
"Aşk ve sevgi, herkeste vardır; ancak çekici bir güç olmadıkça eyleme geçmez."
" Ah zavallı kadınlar neler çekerlermiş! Biz erkekler onları kukla yerine kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine engel oluruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse yüzüne bakmaz, söz söylemez ama tanımadığı ve daha önce hiç görmediği bir kadına rastladığında, gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz kadınları insan yerine koymayız, kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız, serbest gezip dolaşmalarına ve eğlenmelerine engel oluruz."(Talat ,çarşaf giyip dışarıda dolaştığında hissettiklerini bu paragraf ile anlatmakta.)
 Bu ay klasik kitaplarla dolu olacak. Yorumlamalarıma yorumlarınızı beklerim :)

 

4 Haziran 2018 Pazartesi

KONU KİTAP İSE

 
Mayıs geçti haziran ilk haftasının bitime doğru ilerlemekte. Zamanı tutmak imkansızlığında kitaplara gömüldüm bu ara. Tez uygulamamı yapmıştım. Onun yazımı var ancak şu sıra danışmanım şehir dışında diyerek boşladım. KPSS bakayım derken de kendimi kitap okurken buluyorum. Artık öğrencilik ruhum mu kalmadı nedir! Neyse... Haziran hepimiz için daha az sıcak ama güzel anılarla dolu olarak geçer inşallah.
Bir hafta öncesi sevgili Deep'in bloğunda kitaplar kalbimden vurur mimi görmüştüm. Dedim daha fazla geç kalmadan ben de yapayım.(http://sadevederin.blogspot.com.tr)
Kendisi güzel bir açıklama yapmış mim den öncesi. (Bende instagramda daha sonra gördüm). Özden Ak(Hayat Kitapla Güzel) instagram hesabında kitapla kalbinden vurulan ki gülümsemesine bayıldığım bir foto ile mim sorularını alarak paylaşmış. Linki ben de bırakıyorum, hemen yanına.(https://hayatkitaplaguzel.blogspot.com.tr/2018/05/kitaplar-kalbimden-vurur.html)
 
*Okumayı size sevdiren ne oldu?
Çok çabuk okumayı öğrendim. İlkokul birinci sınıfta iken Kasım ayında kutlama yapılmıştı okulda. Sanırım o kutlama çok hoşuma gitmişti. Ama işin özü anne ve babamın çok geniş kapsamlı oluşturdukları bir kütüphanemiz var. Özellikle okumayı öğrendikten sonra babam okuduğumuz kitap üzerinde yarışmalar yapardı. Sanırım benim sevgi biraz ödülsel :) gelişti; biraz da okuma alışkanlığımın artık yaşam parçam olması ile alakalı.
 
*Hiç bir kitabı sayfalarını çevirerek biriyle okudunuz mu?
Ne yazık ki olmadı. Çevremdeki ailem, arkadaşlarıma göre biraz daha farklı kitapları okumayı seviyorum.  
 
*Asla okumam dediğiniz kategori nedir?
 Aslında bu yaşıma kadar kişisel gelişim kitapları okumam kimse de okutturamaz derdim. Ama insan büyüdükçe herhangi bir seçimden ziyade o ilk sayfa işte oradaki duygu sizi içine aldığında hangi tür olursa olsun bırakılmıyor sanki.
 
*Kitapları renklerine göre mi, alfabeye göre mi sıralarsınız?
İkisi de değil. Boyutlarına sıralarım. İnce kitaplar mutlaka incelerle veya kalınlar kalınlarla.
 
*Okurken size eşlik edecek bir hayvan ister miydiniz?
Hiç düşünmedim. Okurken dünyadan soyutlama kısmı oluyor diyemem. Ancak sese karşı duyarlı olanlardanım. Tek başıma okumalı ve o kitabı önce kendi iç dünyamda sindirmeliyim. Bu yüzden otobüs, araba gibi uzun yolculuklarda da okuyamam. O dünyada sadece kitabım ve ben olmalı dercesine tek olmalıyım. Yolculukların varış noktası okumak için yolculuklar ise izlemek, değişimi görmek açısından başka bir deneyimdir.
 
*Bookstagram olarak kendi stilinizi oluşturduğunuzu düşünüyor musunuz?
     Daha yolum var bence kendi stilim için. Çünkü instagram hesabım notlarımdan oluşmakta.. Bu notlarda manzaralar kimi zaman fırın konusunda denemelerim ve kitaplarım var. Kitaplarım gerçekten okuduktan sonra paylaşımlar yapmalıyım dediğim; altını çizdiğim paragrafları anlatmalıyım kitaplar... Biraz ruh halime göre  de değişiyor. İnsan insandır dercesine. İnsanı konu olan insan ve onun duygularını derinlemesine anlatırken sizleri de teğet geçmeyen kitapları paylaşıyorum.

     Benim mim şimdilik bu kadar... Bence siz de yapın. Mimler bazen kendinize sormayı unuttuğunuz soruları sordururken bazen de yazılarınıza gülücükler katmakta :)

29 Mart 2018 Perşembe

MUTLULUK ANLAR TOPLAMI

Mutluluk bir zaman dilimi... Küçük anların oluşturduğu değerli notlar dünyası ... Zaten mutluluk için de büyük şeylere gerek yok. İnsan yaşadığı her gün bunu anlıyor. Mutluluk sevdiğin sevdiğin insanların kahkahalarına karışmışsa  o anlar fotoğraflanmalı değil mi? Bu arada lokmalik kurabiye tarifini de şuraya yazayım bence guzeldi deneyenler olursa beklerim yorumlarınızı 😊
 Ben bu tarifi Instagram'da masmavimutfakta sayfasından almıştım. İlk yaptığımda misafir gelecekti ve yoğun bir arayış içindeyken tesadüf eseri rastladım. Ölçü olarak tarifi veren sayfa bir çay bardağı kullanmış. 
1 yumurta 
125 gram tereyağı (yumuşak)
1 çay bardağı sıvıyag
1 paket vanilya 
1  çay kaşığı kabartma tozu 
4.5/5 çay bardağı un ( dikkatli ekleyin uyarısı var)

Üzerine serpmek için tarçın ve pudra şekeri ancak fırından çıkınca sıcak sıcak eklenecek. Önce şeker eklenmemi sonradan eklenmesi kafamı karıştırsa da gerçekten sıcak sıcak olunca içine pudra şekeri çekmişti güzel oldu bir tarçın bir pudra şekeri şeklinde sonuç masadakiler 😊😊😊
Ayrıca belirtilmiş kavanoz da olduğu sürece bayatlamadan iki haftaya kadar kaldığı belirtilmisti hakliymis bir hafta boyunca çıkarıp kahvenin yanında çok güzel oldu. Az ürünle bu lezzeti takdir etmemek elde değil. 40 yıllık hatırı vardır derler ya haklilar. Son zamanlarda Türk kahvesi beraber içtiğim insanlar hayatımdaki en çok değer verdiğim insanlar... Beraber mutlu olduğum hüzünlerini paylaştığım. 
Mutluluk anlar toplamıdır sahiden de😊

16 Mart 2018 Cuma

MİM(BLOG TANIMA)


Mimleri çok seviyorum.


1)Nerelisiniz?
Adanalıyım. Üniversite için şehir dışına gitsem de Adana'dan üniversite dışında ayrılmadım.
2)Burcunuz?
Aslan burcuyum. Aslan burcunun hemen hemen tüm özelliklerini taşıyorum.
3)Bloglarda en çok ilginizi çeken şeyler?
Okumadığım veyahut ertelediğim kitaplar olduğunda o kitaplar hakkındaki yazıları daha bir dikkatli okuyorum sanırım. Sonunu söyleyince okuma isteği kaçanlardan değilim tam tersine okumalıyım bakalım ben nasıl bulacağım bu kitabı derim :)
4)En sevdiğiniz mevsim?
Yaz çocuğu olarak daima YAZ mevsimi en sevdiğim mevsim...
5)Yabancı diliniz?
Bir ara sürekli İngilizce yabancı dizi izlemekten hatta notlar almaktan İngilizcem bayağı gelişmişti. Öğretmenlerimin dediği gibi İngilizce nankör bir dil pratik yapmaz ve onu bir köşeye bırakırsan o da seni bırakır bu dönem o bırakma aşamasındayım. İngilizce notlarımla dolu kitaplarım bana öylece bakıyorlar :)
6)Boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz?
Film izlemek... Her boş vaktimde izlemek istediğim film listemdeki filmleri izlemek için elimden geleni yaparım. Ancak kimi zaman bu boş vakitler anne için hazırlanan keklerle doluyor :)
7)En son okuduğunuz kitap?
Okuduğum bir kitabı yeniden okudum. Rozalya Ana/ Sevin Çokum bu yazarın her bir kitabı benim için çok değerli...
8)Hayatınızda pişman olduğunuz bir şey?
Üniversite tercih döneminde kendi isteklerimi baz almalıydım. En büyük pişmanlığım bu. Bazen sevdiğim insanların mutluluğunu benim mutluluğumdan önde tutuyorum :(
9)Tuttuğunuz takım?
Galatasaray... Küçüklükten kalan bir alışkanlık gibi. İlkokul döneminde Galatasaray maçları, futbolcuları takip ederdim. Şimdi Muslera dışında hiçbir oyuncusunu tanımasam da çocukken Hagi çok severdim :)
10)Çantanızdan eksik etmediğiniz şeylerden bazıları?
Islak mendil... Kesinlikle eksik etmem. Ayrıca güneş gözlüğü. Adana'da güneş oldukça iddialı olduğundan unutmak demek o gün gözler kısık bir şekilde çevreye bakmayı zorunlu kılmak demek.
11) En sevdiğiniz içecek?
Bir Adanalı olarak tabi ki şalgam. Ancak hazır şalgamlar gibi düşünmeyin. Burada şalgam simit inanılmaz bir ikilidir. Şalgamlar taneli olur istediğiniz düzeyde acı koydurabilirsiniz.
12) Ve son olarak bloğunuzdan hiç para kazandınız mı?
Ne yazık ki kazanmadım. Eğer kazanmaya başlarsam ayrı bir mutluluk olur herhalde.

Benim mim şimdilik bu kadar. Bu mim gören herkes yapabilir ancak bu mime bende bir kaç arkadaşı davet etmek istiyorum ... Hep tebessüm etmeniz dileğiyle bitirirken yazımı yorumlarınızı beklerim 😊 

https://sevimli-kitaplar.blogspot.com.tr 
http://sezerozsen.blogspot.com

5 Mart 2018 Pazartesi

BAŞLANGIÇ DÖNEMEÇLERİ


(ADANA GÖL KENARI)
          
              BAŞLANGIÇ DÖNEMEÇLERİ
 Pazartesi… Adı çıkmış bu günün. Herkesin karar vermek için, cesaret bulmak için beklediği gün. Diyetlere başlamak için… Yeni bir iş günü stresi yaşamak için. Ya da yeni bir stres yaşamak için seçilen gün. Pazartesinin bir suçunun olmadığını öğrenmemiz gerek aslında. O da haftanın yedi güne ayrılmış parçasından biri sadece. İşin aslı başlangıçlarda değil mi? Pazartesi yedi günün ilki ve haftayı başlatan gün. Bu sorumluluğu üzerine almayı ister miydi bilmiyorum. Fakat razı olmaktan başka kaderi yok gibi…

               İnsanlar içinde geçerli değil mi? Hayatımızın yapboz parçaları gibi. Ömrümüzü, parçalarımızı bulmaya adıyoruz. Ne yaparsak yapalım hep bir eksik parçası kalsa da. Gerçek kaderimiz; aramak. Mutluluğu, huzuru, aşkı, dostluğu. Kimilerimiz bu arayışlara giden kısa yolun elle dokunulabilir olduğunu düşünüyor...Arayışımız zorlu çok zorlu yollardan geçtiğinde en başa dönüp yeniden var olmayı öğrenmek, yorucu. Defalarca kaybettikten sonra yeniden başlamayı öğrenmek cesaretten çok daha fazlası. Umutla ilgili olmalı, inanmakla olmalı.

            Acıdan sonrası alışmakla ilgili olmalı. İnsan çok güçlü bir varlık. Öylesine güçlü ki her zorluktan kan gözyaşlarıyla çıktığı halde yenilenmiş olarak çıkan! İzlemeli hayatı. Hayatın bir adım gerisine dahi düşüldüğünde sonsuza dek böyle olmayacağını bilmeli. İnanmalı. Herkes bu güçle doğar. İnanç duygusu.

          Yapboz parçalarını birleştirmek bizim elimizde. Hayatımıza inanmak yol dönemeçlerinde karar vermek bizim elimizde. Eğer gerçekten çabaladıktan sonra olmadığına inanmak yerine kucaklayabiliriz. Evet bunu yapabiliriz. Olasılıkları düşünmeden korkmadan pişmanlıklarımızı doyasıya yaşadıktan sonra mücadelemizi ederek başlayabiliriz. Döneceğimiz noktada yalnız olmadığımızı bilerek. Kimse olmasa dahi benliğimiz bizimle beraber olacaktır. Asla bizi terk etmeyen destekçimiz. Olacak olanların en fazlasını düşünmemize bile gerek olmadan yanımızda olan benliğimiz. Onu kaybetmediğimiz sürece yaşadığımız her güçlükten sağ salim çıkabiliriz. Ve uyandığımız her güne bu cümleyi tekrarlayarak başladığımızda düşünebiliriz. Görmeyi dileyerek… Baharın geldiğini yeniden canlanmanın canlı tanığı olduğumuz her anın daha da güzele gideceğine inanarak. Hiçbir yol hiçbir hayal; yolunda gitmez. Bazen bizde bunu hatırlayıp yolumuz belirli düz dahi olsa farklı kavşaklara gelip karar vermekten korkmamalıyız. Yenilik güzeldir. Sonucunun güzel olacağına inanarak. Başlangıçlara olan korkumuzu pazartesiyi severek başlayabiliriz. Sevilmeye en değer gün çünkü. O başlamasaydı hafta bitebilir miydi?
Pazartesi not benden gelsin... Yorumlarınızı beklerim

11 Temmuz 2017 Salı

Yaz Nasıl Geçiyor?

Zamanın geçmesi için mi yaşayanlardansınız yoksa zamanı anlamlı yaşamak isteyenlerdensiniz? Bu ara fark ettim ki zamanı anlamlı yaşama isteğim biraz körelmiş. Bir şeyler yapmak gerekiyor derken başlayabileceğim noktadan başlamak istedim. Kararlar aldım. İlk olarak okumam gereken kitapların listesini yeniden (biliyorum yarısını yapabildim listemin) düzenledim. Biten ürünlerimi yorumlamak için bekletiyordum. Yorumlamakla başlayıp atmam gerekenleri atabilirim dedim. İlk olarak Neutrogena Hydro Boost kreminden bahsetmek istiyorum. Belki kış mevsiminde kullansam yorumum farklı olabilir miydi emin değilim ama beklediğim performansı kesinlikle vermedi. Özellikle banyo sonrası kullandım yaz döneminde nem ihtiyacını cildimin kaybetmek istemediğinden her ne kadar karma cilt olsa da neme ihtiyacı olan bölgeleri için bu ürünü kullandım anlık bir dakikalık sağladığı ferahlık dışında etkisini göremedim. Yves Rocher güneş sonrası bakım ürünü ise atın kampanyası olarak hediye edilmişti . Bayıldım kelimesi ile özetlemek istesem de kokusu özellikle favorim oldu. Güneşle bire bir yaşayan bir şehirde iseniz kullanmak zorundalığını en iyi şekilde karşılayan bir ürün.

Missha siyah maskesini uzun zaman önce almıştım. Bir ara çok sık kullandım bir ara hiç kullanmadım. Ama çok şükür geçen aylarda bitirebildim inat etmiştim çünkü. Uzun soluklu olan bu ürün fazlaca etkisiz kaldığından bir daha alabileceğimi sanmıyorum .Nivea köpük ise Migros indiriminden çok uygun fiyatlı olarak almıştım. Bitmesi konusunda oldukça çabaladım. Yatıştırıcı köpük olmasına rağmen yağ dengesine bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Sıradan bir yüz güzellik sabunu gibi düşünüyorum.
Nivea (siyah beyaz özellikli)48 saat etkili olduğu belirtilen bu rollon zihnimde etkili bir ürün olarak yer edinmedi. Bir daha almayacağım ürünler arasına girdi. Koku konusunda fazlasıyla hassas birisi olarak bir rollon kokusuna uygun deodorant ve ona uygun parfüm üçlü serisini devam ettiririm. Hijyen kokusu gibi olan koku dışında 48 saat etkili vaadini ki gün içerisinde sürekli yenileme ihtiyacı hissedilmesinin gölgesinde kaldığını düşünüyorum.

 Umarım yaz mevsimi dolu dolu geçiyordur. Yeni kararlar yeni insanlar yeni kitaplar ve yeni ürünler ve belki de yeni şehirler... Hayat durağan halini yaz mevsiminin yaramaz çocuk ruhunda eritmekte sanki. Bugünlerde çok sevdiğim bir söz ezberlemekten kendimi alamadığım bir sözle yazımı sonlandırmak istiyorum...(Güzel anılarınızı mutlaka hatırlayın ... )
Tolstoy'dan anlamlı bir not; Mutluluk masal mutsuzluk ise öyküdür... 


6 Ağustos 2016 Cumartesi

Missha Black Ghassoul

Ağustos ayını gerçekten seviyorum. Rengarenk bir ilkbahar değil belki ama benim için özel aylardan birisi... Hele ki yaz sıcağından biraz uzakta yaylada iseniz Ağustos ayının güzelliği bir başka oluyor. Sanki sonbahar gelmeyecek gibi yaz sanki hiç bitmeyecek gibi öğleden sonra yağışlarıyla sabah uzayan kahvaltılarla tatil bu olmalı 😊 Bugün fazlasıyla enerjik uyandım. Su anda da yağmur esintisi ile elimde kitabım izliyorum. Dikkatim ara ara dağılıyor paylaşım yapmak istedim. Cilt temizliği gerçekten bu hava değişimlerinde oldukça önemli. Yaylada cilt yağlanma problemi yasamasa da bu ürünü yanımdan ayırmıyorum. Missha' dan aldığım bu kıl maskesi ürünü oldukça bereketli...Bitmedi. Ama mutluyum. Bir kil maskesi olarak cildi yatıştırmakta üzerine yok. Ergenlik döneminde cildi derinlemesine temizleme sloganı ile piyasa da olan bir çok ürün kullandım fakat cildimi yıprattıklarını gördüm. Bu ürün daha naif yüzde yüzlük bir memnuniyet tabi ki sağlamıyor fakat bu maskeyi uyguladıktan sonra ve öncesinde hissettiğiniz arınmış t bölgesinin özellikle ferahlık duygusu ürünü alabiliriz tavsiyesi veriyor.
Kitabıma dönerken 😊yorumlarınızı bekliyorum. 


17 Nisan 2016 Pazar

KELİMELERİN GÜCÜ


Hiç akan bir trafikte yolun ortasında durduğunuzu ve bir adım dahi atamayan vücudunuzu hareket etmesi gerektiğine inandırmaya çalıştınız mı? Sağınızdan solunuzdan geçen onca arabaya onca karmaşaya onca yalnızlığa rağmen kendi yalnızlığınızı duymaya çalışmanın yükü altında ezildiniz mi? Bazen hareket etmek için ne beklediğini düşünür insan... Tek bir adım kalmıştır fakat mecali yoktur. Böyle zamanlarda imdada bir kitap bir müzik ve yüzlerde bir tebessüm yetişir. İşte tüm gün aklımda kendisine yer edinen, okumak istediğim tek kitap beni kendisine çağırdı, ilk kez onu elime aldığım zamanki gibi. Çok uzun zaman önce değil... İki yıl öncesine uzanan bir kitap yolculuğu. İngilizceme uygun kitaplar ararken rafta ellerim Jane Eyre yazısında duraksamıştı. Orijinal halini okumak bir cesaretti sanki. Anlayamamaktan korkmadan almıştım. İlk kez okuduğumda şaşırmıştım. Beklentisizce aldığım bir kitap beni nasıl bu kadar etkileyebilmişti? Sonra bir kez ve bir kez daha okudum. Farklı zaman dilimlerinde. Kendimi çaresiz, dile getirmek istediklerimi dile getiremediğim zamanlarda kimi zaman da sadece okumak için elime alırken buldum bu kitabı. Sebepsizce aldığım gibi sebepsizce okuma hissiyatı... Charlotte Bronte'un karmakarışık hislerinin kitap üzerinde kelimelerle gezinirken dile geldiğini anlayabiliyor insan. Erkeklerin dünyasında yer edinebilmek için bir erkek adı kullanarak yazılar yayınlamak. Yazarlarla karakterleri özdeşleştirme alışkanlığım çocukluktan bana yadigar. 
Jane Eyre'in mücadele tutkusu yazarın takdir edilmesi gereken cesaretlerinin vücut bulmuş hali. Jane Eyre acısıyla, düşünceleriyle kendisine olan saygısı ile sanki her an benim karşımda.  Kitapta yer alan sadece bir cümle; sessizlik sinirleri sakinleştirir. Bu cümle ile tamamen bir zıt düşünce beni çekiyor. kendisine. Benim cesaretim de budur kim bilir. 
Notlarım ise; kelimeler acıtsa da; sessizliktense kelimeleri sessizliğe tercih ederim. Arada tavsiye ederim. Bir yol kenarında kalabalıkları izlemenizi.... Sıklıkla yaptığım bir durum değil ama iyi geliyor. Düşünmeye, durgunluğunuzun sebebini anlamaya. Ciddi bir araştırmanın ilk sözlerini yazmam gerek. Haftalardır erteliyorum. Kısır bir döngü gibi. Bugün de elime bilgisayarımı bu yüzden almıştım aslında. Yazıma başlayamadan arka fondaki müzik değişiyor ve ben hangi kelimeyle başlayacağımı unutuyorum.

 Öğrencilikten kalan bir alışkanlıkla belki de müzik listemdekileri dinleyip yarına erteleyeceğim zorunluluklarımı. Gece gündüze karışırken belki dinlemek isterseniz... Kelimelerinize dokunan bir müzik....