25 Aralık 2016 Pazar

Kitapların Dünyası

Bu ara en iyisi kitapların dünyasına sığınmak... Anlamak en çok da anlaşılmak için. Önce insan kendinden başlamalı tanımayı dünyayı en çok da vicdanını yoklamalı. Vicdan bizimle birlikte doğarken unutuyoruz kendimizi katılaştırdıkça... Çeşitli bahaneler üretiyoruz sevgisizliğe. Ürettiğimiz her bir bahaneye de en çok biz inanıyoruz sonrasında. Öyleyse en çok kitapların dünyasına sığınmalı böyle zamanlarda. En azından benim düşüncem bu şekilde. 
Düzenli olarak hediye alan birisi değilim aslında. Hatta hediyelerimi çoğu zaman ben söylerim şöyle olsa böyle olsa diye. Yanı sürprizler pek olmaz hayatımda. Ancak kitap hediyeleri benim için çok önemlidir. Onlarda samimiyet olduğuna inanırım. Gerçek bir samimiyet. Bu alışkanlıktan da öte bir düşünce sanki. Neyse bu iki güzel hediyeden bahsedeyim en iyisi. Bu ay çok şikayet ettim şimdi ise sadece anlatmak istiyorum. Nermin Yıldırım'ın Unutma Dersleri kitabı beni tesadüfen bulmadı aslında. Bir yazı okurken yazının sonu unutma dersleri alıntısıyla bitirilmişti. Çok dikkatimi çekmişti. Yanlış hatırlamıyorsam eğer "aptallık, aptal olmadığına inanmakla baslar" diyordu. Bir an için gerçekten durup düşündüm. O kadar çok kibirli olabiliyoruz ki kimi zaman görmüyoruz. Kendi yara berelerimizden bahsederken çoğu zaman alışkanlık oluyor. Hiç size oldu mu bilmem ama bana çok sık oldu. "Boğazım çok ağrıyor ; sorma benimde başımda bir ağrı var sanki beynim çatlayacak. Yorgunum tabi ondanla başlayan ardı arkası şikayetler." Sanırım şikayet gibi geliyor karşıdaki insana ve ondan da sana gelen dönüt şikayet etmeye hakkın yok bak ben daha kötüyüm. Bu da bir çeşit bencillik ve kibir gibi  gelmiştir. Oysa duymak istenilen söz yalnızca iyi olacaksın sözüdür. Ama gelmez. Anlamlı bir sözdü bu yüzden..
Gelelim Unutma Dersleri' ne...Görünen ile görünmeyen yada görmek istediğimiz arasında ince bir çizgide yürüyen yazar çok süslü cümleler kurmamış anlatmak istediğini kahramanın dilinden sade ama akıllarda kalıcı bir şekilde anlatmış. Bu kitap bende farklı bir etki yarattı. Vay be ifadesini kullandığım yerlerin hemen ardından kızdığım o kadar çok yer oldu ki. Eskiden okuduğum kitaplar üzerine notlar alamazdım. Kıyamaz, hakaret gibi gelirdi yazara. Fakat şimdi tamamen farklı düşünüyorum. Aldığım notları sayfalarda gördükçe değişen beni görmek hoşuma gidiyor sanırım. Bu kitapta aldığım notlar elbette ki oldu 
"Herkes normal bir ben acayip; herkes iyi bir ben kötü belki de dünya galaksimizdeki en gereksiz yerdi..." 
Bu alıntıya yıldız koymuştum 😊 Kitabın kısa özetine gelince ise;
Bir aldatma üzerinde duruluyor ilk bakışta düşünülse de aslında kadın karakterin iç dünyasına ve yaşadıklarına doğru bir yolculuk bu kitap. Kocasını  aldatan karakter unutma dersleri almak için bir merkeze gidiyor ve bu dersler sırasında çok daha farklı şeyler fark ediyor hayatında. Kadın bir bankacı bu arada ama çocukluğunda trawma geçirmiş meğer...Bir şekilde unutan beyni hayatında o kısmı  boşluk bıraktırmış. İkinci kez unutma da bu aldatma sırasında olmuş. Yanı hayatta aslında görülen şeyler görüldüğü gibi olmayabilir, formu üzerinde duruyor.
Diğer kitap; Matmazel Noralya'nın koltuğu... Çok uzun zamandır okumak istediğim ve kafamda çok farklı tasvir ettiğim bir kitaptı. Ama yine de iyi ki okudum dedim. Ferit karakterinin düşüncelerindeki yorgunluklarını aslında hezeyanlarını yazar gerçekten iyi aktarmış. Uzunca bir süre Matmazel ne ara bu hikayeye katılacak diye bekledim sanırım. Lakin güzel bir yer de bağlandı . Peyami Safa gibi büyük bir yazarı eleştirmek haddim olamaz ama onun tarzının gerçekten polisiye roman olduğunu düşünüyorum. Kimi yerlerde uzun tasvirlerini bir anda kesip olaya odaklanması kimi yerlerde ise tam üzülecekken dur bir dakika başka bir durum var dedirtmesi sanki beni kitapta konuşturdu. Güzel bir kitaptı. Ancak Matmazel in hikayesi üzerinde durduğu kısımda Ferit'in hislerini gerçek manada anlayabilsem sanki daha iyi olurdu dedim. Sonunu ise bize bırakması Peyami Safa'nın okuyucularına olan güveni gösteriyor sanırım.
"Delilik şüphesiz aptallık iyidir. Delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur; aptallık, var olmamış bir zekanın var olmamaya devam edişidir. Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı 
 Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok" 
Ne garip iki kitapta da aptallık ile ilgili kısımları not almışım. ☺️ Biraz doğaüstü olayları seven biraz anlamak biraz da aslında ile başlayan cümleler kurmak isterseniz eğer bu kitabı okuyun derim.
Şimdilik yorumlarım bu kadar 2017 ye çok az kaldı. Umarım uğurlu bir yıl olur. Eğer çok sevdiğiniz birileri varsa hayatınızda onlara kitap hediye edin. Kitaplar tükenmez ve unutulmazlar çünkü... 

6 Aralık 2016 Salı

HAYAT ÇEMBERIMIZI KIRMAK HAKKINDA


Bir rüyadan uyanmak ne kadar zor olabilir ki...Beş yıl önce bu soruyu bana sorsalardı eğer bambaşka cevaplar verirdim. Şimdi ise daha bir başka. Aynı rüyayı defalarca görmüşseniz ne cevap verirsiniz? Bugün bilgisayarımı kırmayı dilerim. Hakikaten gözlerim kör oluncaya kadar yapmak zorunda olduklarımı yapmak zorunda mıydım? Unuttuğum bilgisayar programlarını hatırlamak, düzenlemek ne kadar zor olabilirdi öyle değil mi! İnsanların gözlerinde gördüğüm artık bitsin. Bitmesini ben herkesten çok istiyorum. Sınavlara girmemeyi iyi bir işim olmasını bende istiyorum. Siz siz olun yüksek lisans yapacağınız bölüm ve okulu iyi seçin. Aslında ne olmak istediğinize dair kararınızı sadece kendiniz için verin. Yoksa hayat çemberimizi kırmak pek de kolay olmuyor. Cesaretinizi topladığınız anda her daim bir şeyler çıkıyor çünkü. İyi insanlarla karşılaşmayı özledim. Boş değil dolu insanlarla karşılaşmayı özledim. Malum işsizlik zamanları hayat öylesine rutine biniyor ki...
 Geçen hafta bir diyalog sırasında aklıma gelen sözler bugün yankılanıyor. Hayatta seçme şansın varsa fark etmez diyemezsin. Bu haksızlığı kendine yapamazsın. Eğer ki sana o şansı veren sunmuşsa elbette ki vardır bildiği. Bu yüzden seçeneklerini değerlendirmelisin. Diyalog başlangıcı oysa ne içersin çay mı kahve mi sıcak çikolata mı sorusuydu. 
Tercih etmiştim. Kahve içmeyi tercih etmiştim. Keşke hayatta diğer kararlarımda da hatta tercihlerimde de istediğim şekilde karar verebilsem. Kalbimin sesini dinleyebilsem. İnsan büyüdükçe kalbinin sesinden daha bir uzakta kalıyor sanki...

28 Kasım 2016 Pazartesi

YVES ROCHER KOZMETİK ALIŞVERİŞ

YVESROCHER KOZMETİK ALIŞVERİŞ


Sayfalarca yazabilirsiniz değil mi burçlar, kokular ve karakterler üzerine...Neden bilmem bu üçünün de birbiri ile fazlasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Aslan burcu olarak belirli alışkanlıklarım ve vazgeçemediğim sanki asırlık eşyalarım var. İki gün önce hiç aklımda yokken elimde fotoğraflar da bulunan ürünlerle eve geldim. Gerçi birisi hediyesi oldu iki ürününde neyse. Yves Rocher gerçekten sevdiğim bir marka. Belli başlı ürünleri var benim için, vazgeçemediğim... 
Siyah göz kalemi benim vazgeçemediğim bir makyaj malzemesi fakat köklü değişiklikler için bir yaş daha almam gerekiyor sanırım..😊 O yüzden kahverengi göz kalemi benim için biraz hafif bir değişiklik olsa da değişiklik değişikliktir değil mi? 

Birçok markanın siyah göz kalemini kullanmış birisi olarak Yves Rocher siyah asansörlü göz kaleminden oldukça memnunum bu yüzden yine bu markanın göz kalemini almak istedim. Ancak ne yazık ki asansörlü göz kalemi yoktu fakat yine de almak istedim. Yves Rocher kart sahibi olarak bu aya özel yüzde otuz indirim indirimim olduğunu öğrenince de hemen aldım.(18 TL indirimi göz kalemi) Koku konusunda fazlasıyla hassas olduğumu söyleyebilirim. Bu yüzden yeni koku keşifler konusunda daha cesurum sanırım. Fakat eve gelince pişman olup ablama hediye ettiğimi saymazsam tabi..
 İki kozmetik ürün arasında elim gidip durdu özellikle evde, almadığım diğer ürünün pişmanlığını yaşadım. Sanırım hafif fakat kalıcı kokuları daha çok seviyorum. Diğer ürün kiraz çiçekleri kokusuydu biraz da ekşi bir ruhu vardı sanki. Çocukluk alışkanlığı mi bilmiyorum eksi elmalar, eksi erikler, kiviler baharatlı kokular fakat kendini fazla fazla belli eden şekilde olmadan... 
Yazımı yazarken aklıma geldi eğer sizde benim gibi iseniz zara da armut kokusu baskın olan bir koku vardı oldukça beğenmiştim ama sadece tester vardı. Alamamıştım. 
Almak istediğiniz kokuları mutlaka testerlerını kullanıp biraz gezip kalıcılığını tartmak gerekiyor. Teninizde duruşu Ancak o zaman anlaşılıyor. Benim aldığım ürün bana uymadı. Ancak hediyeleşmek güzeldir değil mi ablam oldukça beğendi.(İndirimli 55 TL) ve klasik her alışverişte bir hediye ile evlerimize gönderen Yves Rocher hediyesi bu sefer vücut losyonu idi. Bakalım memnun kalacak miyim? Kahverengi göz kalemini bugün kullandığımda oldukça kullanışlı bir urun olduğunu gördüm. Koyu kahve siyah rengi çağrıştırsa benim gibi tam kahverengi olmayan sarıya dönük bir kahverengi göz renginiz varsa memnun kalacaksınız bence. Yorumlarınızı bekliyorum güzel günlerinizde yepyeni ürünlerinizi kullanırken tebessümlerle anılarınızı anın..

10 Kasım 2016 Perşembe

GÜNLÜK

TOROSLAR

    Yeterince hatırlıyor muyuz? Ya da yeterince anımız var mı ... Çocukluk çok mu gerilerde kaldı sahi yada biz fazla mi büyüdük? Anılarımız düşlerimize karışırken mi unuttuk umutlarımızı ve gerçekleştirmek istediklerimizi. Bazen hayatımızı bir trene benzetiyorum. Geçtiği her durakta bir artarken bir azalmasına rağmen izin verildiği ölçüde devam edecek ve son durağına vardığında ise arkasındakileri unutmuş gibi yaparak usulca selam alacak bir tren. Geçenlerde arkadaşım bana sorduğunda bu soruya önce cevap verememiştim. "Sahi yorgunluk yaşla mi olur ...20'li yaşlarımızda bu yorgunluk örtüsü neden hiç kalmıyor ki?" Aslında soru değildi biliyordum. Bir çeşit yanılsama idi. Aynalarda bulduğu yüze gerçeği söylerken ki yanılsaması. Haklı mıydı emin değildim ama yoranın insanlar olduğuna şüphem yoktu. Hayat aynı hayat insansa yorandı.
      Geçmiş kelimesinin manasızlığı kafamda yankılanıyor geçen yıllar miydi yoksa unuttuklarımız, düş kırıklıklarımız mıydı emin olamadım. Lakin düş kırıklıklarının yorgunluklar üzerindeki etkisi hakkında saatlerce konuşabilirim biliyorum. Notlarım sayfalarca dolu... 
Aynaları bu yüzden seviyorum ne kadar çok kendimizi inandırmaya çalışsak da bir şekilde kendi gözlerimizden vererek görüntüyü anlamlandırıyor. Hatırlamak yorar diyorlar keşkeler insanı yıpratır diyorlar aslında nasılsın kelimesini sormaktan muzdarip olan insanlarımız cevaptan çok cevabın ağırlığından korkuyorlar. Biliyorlar ki cevaplar karşıdaki insanın samimiyetine göre olacak belki de asla doğru olmayacak. Bu yüzden sıkıntı anlatmakla başlıyorlar basit sıkıntılar. Otobüsün kalabalığı hayatın pahalılığı ya da maddesel her şey.... Derinlerdeki hüzünlerini göstermektense kaçınıyorlar.  
    
    Sanki yaralar gösterildikçe zayıflıklar ortaya çıkacakmış gibi bir his. Oysa insanı yoran bence yaraları değil. Eninde sonunda alışılıyor çünkü. Bence soruların cevapsızlığı yoran. Gerçek olmayan kelimelerin mutlulukla ilgili sözleri gibi. Samimi insanları severim. Çocukluk hayallerini hatırlayan insanları da. Alışkanlık insaniyim çünkü. Odamdaki eski saatin bile değişmesi 10 yılımı alırken hayallerini unutan ben umutlarının baki kalmasını diliyor. Kış mevsimi belki de bu düşüncelere yöneltiliyor. Sahiden de ben yaz insaniyim... Bir mevsim ve bir mevsim sonrası güneşin sıcaklığı alıştığım havayı da getirecek inanıyorum. O zaman öylesine iste kelimelerinin yerini başka kelimeler alacak. Samimi sorulan her soruya saatlerce kelimelerimi harcayacağım. İnanıyorum...

1 Kasım 2016 Salı

AY SONU İNDİRİMİ

ZARA PARFÜM

İndirim zamanı... Geçen hafta nasıl geçti sahi? Şimdi düşünüyorum da iki kına arası koşuşturmaca ve bir suru zihin kalabalığı. İşsiz olmanın en güzel yanı da bu sanırım hafta yoğun geçince farklı bir sevinç oluyor. Daha sonra güzel kına hediyeleri ile ilgili bir yazı yayınlayacağım. Hediyelerde mutlulukların, karakterlerin yansımaları var onların güzel esintilerini yazacağım... Neyse gelelim biz indirimlere. 
Pazar günü Watsons'a uğramadan olmazdı. Kozmetik alışverişimi indirimli şekilde yapmak istedim. İndirim mesajlarının inanılmaz bir etkisi var kabul ediyorum. Aldıklarımın bir kısmı hakkında hemen yazmalıyım dedim. Öncelikle Rimmel London transparan pudra 11 TL gibi oldukça uygun bir fiyatı vardı almak istedim. Ablam kullanmış çok memnun kalmıştı ben de çok fazla denemek istedim. Aslında alma amacım kullandığım ürünleri sabitlemek. Kullanım sonrası izlenimlerini yayınlayacağım. Zara Rose parfüm de ikili olarak satılmakta olan bir ürün. Sevdiğim bir urun ara ara mutlaka aldığım hatta. Hafif bir koku tavsiye ediyorum. Benim gibi BB ve CC kullananlar için fondötene geçiş biraz zorlu olabiliyor. Ama ürünü tanıtan bayana aldandım mı bilmiyorum ama ürünü incelediğimde az da olsa koruma faktörü , su bazlı olması ve ince dokusu şimdilik hoşuma giden sebepler. Fiyatı da 30 TL idi. Şimdilik bu kadar yazım diğer yazılarımda görüşmek üzere;
Yorumlarınızı bekliyorum...

18 Ekim 2016 Salı

SONBAHAR KIŞ ARASI

      Sonbahar- Kış arası bir yerlerde...Bu ara herkes kış yorgunluğuna karşı hazırlıklı olmaya çalışıyor. Belki de ben öyle düşünüyorum. Alışkanlıklarımdan kolaylıkla vazgeçebilen birisi değilim. Bu yüzdendir midir bilmem yazda kalmayı isterim. Yaz mevsimi sanki benim mevsimim. Soğuk değil... Sıcak...Aklımda hangi kitaptan kaldığını anımsayamadığım bir cümle; soğuk sevmem... Soğuk hastalık demektir her türlü zorluk demektir. Lakin yaz böyle midir! İnsan sıcaktan bunalsa dahi serinlemenin yolunu bir şekilde mutlaka bulur. Bende böyleyim. Her mevsimin bir güzelliği var biliyorum. Her mevsimin kendine ait bir acısı, hüznü var. Sonbaharında, Kışın da, Baharında ve Yazında... Peki ya bu ayların?
       Ekim; Sonbahar-Kış ayı. İki mevsiminde sorumluluğunu yüklenen bu ayda her daim garip bir hüzne kaptırırım kendimi. Okul zamanları en çok da lise de; pencere kenarında oturduğum sıramdan dersten çok dışarıyı izlerdim. Sabahın rengini görebilmek için yada bilmeden bağlandığım alışkanlıklarıma sadakatimi sürdürebilmek için. Ne komik... Karşı apartmanda üçüncü kattaki ailenin perşembe günlerinin temizlik günü olduğunu hala hatırlarım ya da apartman bahçesinde beslenen tavukların bir gün sanki gürültüden şikayet edilmişçesine nasıl başka yerlere götürüldüğünü. Üniversite de ise çıkmaz sokağı aydınlatan tek sokak lambasının hemen yanı başındaki apartmandaki evime koşarcasına gittiğimde nasıl bilgisayar çantamı odama bırakıp ışık almayan salonda kışı hissettiğimi hatırlıyorum. Alışkanlık anısı işte. Bazen oluyor. Hatırlamak için unutmak gerekir diye söylerim hep fakat unutmadım ki...
           Fotoğraf günün kısa bir özeti değil. Uzun zaman öncesine ait. Adana'da Merkez Sabancı Camisi'ne doğru köprü üzerindeki kalabalığa rağmen bir nefeslik molanın fotoğrafı. Bazen keşke kalabalıklar bir süre ara verse ben de bu güzel manzarayı daha fazla izleyebilsem diyorum. Hüzünlerini suya bıraktıran mitolojiler gibi.... Mutlaka sizlerin de vardır seçtiğiniz mola yerleriniz. Hayata dair yorgunluklarınızı bir süreliğine dahi olsa unutacağınız yerler. Umarım sonbahar-kış mevsimi arası bu ayda tüm güzellikler için en azından başlangıçlarımızı yapmış oluruz. Umut her daim bizlerle olsun :)

6 Ekim 2016 Perşembe

LETTERS TO JULIET


Aşk... Üç harfe sığdırılamayan
 duyguların dile getirilmiş hali. İnsanoğlunun var olmasından bugüne değin de varlığını sürdüren... Bizlerden sonra da varlığını sürdürecektir. Aşka inanmıyorum diyenlere aldırmayın. Sadece kırgındırlar onlar. Bu yüzden inkar ederler arayışlarını. Bugün bir yakınımın Roma balayı fotoğraflarını görünce aklıma geldi bu konu. Neden yazmayayım dedim öyleyse. Şehirlerin ruhu olduğuna inanırım. Tıpkı insanlar gibi kimisi fazla sıkıcı kimisi ise acılıdır. O şehirde bulunmak bile şehrin yaralarını hissettirir. Ancak öylesine korunmuş şehirler vardır ki tüm havailiğine rağmen ruhlarında geçmişi taşırlar. Bu yüzden de inanç korunur. Böyle şehirler aslında bilinen popüler şehirlerin aksine bilinmeyen şehirlerdir benim için. Fazlasıyla bilinen yerleri sevmem bana özel olmalı benim duygularımı yansıtan yerler. Ancak şöyle bir gerçek de var ki bazı ülkeler ve şehirler kendilerini bütünleştirmişlerdir aşkla. Zamanı korumuşlardır çünkü. Geleceğin materyalistliğine karşı eskinin güzelliklerini muhafaza etmişlerdir. Bizlere bizden öncesini merak ettirmek için. 
Evet romantizmin kalıplara sıkıştırılması taraftarı hiçbir zaman olmadım. Lakin söylediğim sebeplerden olsa gerek doğallığı özlüyoruz. Bende doğallığı özlüyorum, benim için içten olan herşey romantizmi de beraberinde getirir. Neyse bir fotoğraftan diğer bir fotoğrafa geçeyim ben. Bir filme... Bilmem izlediniz mi Letters to Juliet filmini? Konu oldukça bilindik fakat hikayenin geçtiği yerlere insan büyüleniyor.
 Sanırım bu gerçekçi dünyada yaşarken hayal kurmayı unuttuğumuzdan bu film bir hayal sunuyor. İtiraf etmeliyim Amanda Seyfried değildi bu filmin yıldızı bu filmin yıldızı İtalya!!! Ruhsuz değilim tabi ki 1957 yılından bir mektubun yolculuğu etkilenilmeyecek gibi değil elbette. Dağınık oldu değil mi? Öyleyse size ufak notlarla bu filmi izlemenizi tavsiye edeyim.

Letters To Juliet filmi...
Amerikalı Sophie(Amanda Seyfried) ve şef olan nişanlısı Victor'un (Gael Garcia Bernal) İtalya yolculuğu hikayemizi başlatır. Verona... Juliet ile Romeo'nun hazin aşk hikayesinin başrol şehrinde kızımız bir anlamda kendi duygularına da yolculuk başlatacaktır. Şefimizi heyecanlandıran sadece mesleği olup kızımızı yalnız bırakınca aşıklar şehrinde yalnız bir yolculuk başlayacaktır. Sophie şehri keşfederken insanların bulunduğu hatta ağladığı telaşla bir şeyler yazarak bıraktıkları duvarı fark eder. Bu duvar bizim Güzin Ablamızdır. Ayrılanların birleşmek için dertlerini anlattıkları yada tavsiye almak için yazılan yazıların bulunduğu bu duvarın sahipleri Juliet'in sekterleridir. Kendilerince gönüllü olarak edindikleri bu görevi hakkıyla sürdürebilmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Sophie duvarı dikkatli incelerken görmesi gerekeni görür. 1957 yılından kırık bir aşk hikayesinin yer aldığı mektubu bulur. Juliet'in sekreterleriyle beraber bu mektubu okuduğunda ise kendinde beklemediği bir cesaretle o mektuba cevap verir. Mektubun sahibi geldiğinde ise olaylar daha da ilginçleşecektir. 

    
 Mektubun sahibi Claire Smith(Vanessa Redgrave) ve onun yakışıklı torununu Chalie Wyman(Christopher Egan) karşısında gören Sophie kendini Romeo'yu ararken bulacaktır. Ancak Charlie bu durumdan oldukça rahatsızdır ve bu rahatsızlığını Sophie'ye fazlasıyla hissettirecektir. Gel gelelim ki Romeo yolculuğu çoktan başlamıştır. Romeo'muzun adı Lorenzo'dur.(Franco Nero) Bu yolculuk umutla dolu olsa da kimi yerlerinde beni oldukça güldürmüştü. Bu arada İtalya'nın suyundan mı havasından mı acaba gerçekten yakışıklılar. Lorenzo'muz da yaşına göre oldukça karizmatikti. Yolculuk boyunca Sophie ile Charlie'nin duygularındaki değişimi de göz ardı etmeyelim. Yolculuk gerçekten Lorenzo'yu bulduklarında sonlansa da aslında sonlanan Lorenzo ve Claire'nin hikayesinin mutlu sonuydu. Mutlu sonlar uzayabilir fakat eninde sonunda gerçekse duygular gerçekleşecektir mesajı bu filmde oldukça güzel verilmişti.

Sahi Sophie'nin nişanlısına hissettikleri onunla bir ömür boyu geçirmesine yetecek miydi?
 Bu soruyu Sophie, Claire'nin hikayesinde yer aldıkça kendisine sormuştu. Cevabını yarım da olsa kendisine veren Sophie; Verona'ya geldiğinde (Claire ve Lorenzo'nun düğünü için) tamamlamıştı yarım cevaplarını ve yarım duygularını. Balkon sahnesi Romeo ve Juliet'e gönderme olsa da replik güzeldi "eğer konu gerçekten aşk ise geç kalınmamıştır"
IMDB: 6.5 alsa da izlemenizi tavsiye ederim. İnsana aşk için olmasa dahi bir arabaya atlayıp bir yaz günü rüyası yaşatmak için güzel bir film. Kalabalık sofralarda Akdeniz insanın sıcaklığını ve ilk aşkın güzelliğini fark ediyorsunuz. İnsan aslında en çok kendisini tanır ve en çok kendisini kandırır. Bu yüzden yarım cümlelerimizi noktalamak yada tanımak için başkalarına yardım etmekle başlamak güzel bir fikir. Kimi zaman başka insanların yaşamlarından cesaret almayı dilemek bizim güçsüz olduğumuzu göstermez aksine başlayacağımız noktayı seçmek için akıllı olduğumuzu gösterir.